Reklam
Vahdet Nafiz AKSU

Vahdet Nafiz AKSU


Küçüklerin Gözlerinden, Büyüklerin Ellerinden....

26 Haziran 2017 - 12:43

Mübarek Ramazan bayramında, sms, mektup, e-mail göndererek bayramlaşma yerine, fırsatım olsaydı da gönül dostlarıma güzel güzel tatlılar, şekerler, çikolatalar ikram edebilseydim; onlara bayramlıklar, hediyeler alabilseydim…En azından ahbabuyaranla şöyle karşılıklı bir çay içip, sohbetin belini kırabilseydik. 

Ama ne mümkün? Dünya iletişim ve ulaşım alanında küçüldükçe küçülüp "küresel bir köy" haline dönüştüğü ölçüde, gönül yâdlıklarının ve ruh uzaklıklarının da kavileşmesine sahne oluyor. Mesafeler kısalıyor, ayrılıklar derinleşiyor. Dostunuzun, sevgilinizin, yakınlarınızın ruhunuza gıda veren sesleri aha bir tuş mesafesi ötenizde. Ama öte yandan hasretiyle kavrulduğunuz mütebessim yüzlerle aranızda kilometrelerce mesafe var. Sınırsız sanal kavuşma haline inat, hudutsuz hasret vaziyeti. Artık yalnızlıklar dağ başı yalnızlığı değil. İnsanlık zorunlu bir "halvet der encümen" halini yaşıyor. Halk içinde yalnızlık... Büyük kent kimsesizliği... Milyonların içinde tecrit hali, şehir denen medeni koğuşların tam göbeğinde hücre mahpusluğu... Üstelik bu zahiri garipliği bir ruhi kavuşmaya çevirebilecek "hak ile olma" keyfiyeti de yok.

Bayramlar çare olabilirdi buna, tam anlamıyla ve ruhuyla yaşanılabilse... Camiler inananların her gününü kutlu bayrama, hacca çevirebilirdi, "Allahın evine" konuk olmayı becerebilseydik. Böyle haklı dertlenmelerle zaman zaman gönlümüz meyus olsa da,"Ah eski bayramlar" nidasıyla dizlerimizi boş yere dövmeyelim. Büyüklerimizin geçmişi kutsayan iyi niyetli ahlanmalarını, göçüp giden gençliklerine duydukları haklı ve masum özlem olarak görüyorum! Elbette var eski günlerin de, bayramların da bugün kaybettiğimiz insani faziletleri... Ahlaki ve kültürel yozlaşmanın alıp götürdüğü nice değerlerimiz gibi, zamanın aşındırdığı güzel bayram hasletlerimizden söz edenler hoş tamamen haksız değiller. 

Ama şu da var ki, ne kadar eskiye gitsek, eskinin adamı da aynı veya benzer sözlerle kendinden eskiyi özlüyor. "Eskiden böyle miydi dünyanın hali" feryatları, binlerce yıl evvelinin tabletlerine kargacık burgacık yazılarla nakşedilmemiş midir? Demek ki, kaybettiğimizi sandığımız şeyler aslında eskide saklı değil...Sorun onları bugün yaşayamamakta. Özlemini çektiğimiz hayata şekil veren değerler, "eskimeyen, zamana ve zemine esir olmayan" değerler değil midir? Aradığımız eskide değil, bulmak istediğimiz "hale taşıyamadığımızda"; sorun bugünle ilgili. Yaşayamadıklarımız, yapamadıklarımız, oluşturamadıklarımız, inşa edemediklerimiz ruh ve vicdan boşluklarımızın asıl kaynağı...Gökten güneş hiç eksik olmadı, kara gözlükleri çıkarmamaktaki ısrar bizim kusurumuz. Rahmet yağmurları sağnak halinde yağıp durmada...Çelikten şemsiyelerle dolaşan bizleriz...

Bir yandan da düşünüyorum. Bindir acıyla, hüzünle yoğrulmuş tarihimizi. Harple, darpla geçmiş yüz yılları. Yenilgilerin, işgallerin, mezalimlerin hırpaladığı toplumumuzu. Mesela 18.19.yüzyılların çileli vatan topraklarını...Yedi cepheye muhtelif memleket köşelerinden gönderilen gençleri… Onların yuvalarından, ailelilerinin kendilerinden uzak geçirdiği gamlı bayramları... Ve yine o fukaralık yıllarının "eve şeker, arafanalık; çoluğa çocuğa bayramlık alamamak üzüntüsüyle ", dizlerini döven samimi müminleri mıh gibi saplanıyor zaman zaman hayalime.

Cenab-ı Hakka yüz binlerce şükürler olsun. Bağımsız vatanımızda harpten darptan uzak... Başı dik yaşıyoruz. Birde şu iç sıkıntılar, hıyanetler, 15 Temmuzlar olmasa... Yavrularımız kendi vatanımızın dağlarında, yollarında kahpe kurşunlarla şehit edilmeseler...Bayram günü, kendi vatanında kahpe kurşunlar yemeseler. Ah şu muhacir kardeşlerin perişan halleri yüreğimizi dağlamasa...Gençler hayatının baharında toprağa girmese, islam coğrafyasında analar, çocuklar ağlamasa...Bayram o bayram olacak. 

Ümmetin genel perişanlığı ve milletin bazı sıkıntılarına rağmen ben kendi hesabıma, "ah nerede o eski bayramlar" diye dövünmüyorum, aksine bugünün bayramlarıyla birçok açıdan övünüyorum. Siz bakmayın, kapısını bacasını kilitleyip sahillere koşanların günden güne çoğalmasına..."Derin Millet" kahır ekseriyetle dini, ahlaki, kültürel değerlerine öyle sıkı sıkıya sarılmış ki, yedi cihan bir araya gelse o aslanpençeleri gevşetemez, soysuzluğa ve milletsizliğe doğru düzülen kervanlara müşteri bulamaz, hiç endişelenmeyin...

Gönlümüz yine buram buram bayram esintileriyle bir ferahladı ki sormayın. Bayram ziyaretleri, el öpmeler, dua almalar...  Ne güzel İslam âdetleridir, inşallah kıyamete kadar böylece sürüp gidecektir... Büyüklerin ziyaret edilmesi, el öpülmesi, harçlıkların alınması eskiden pek itibar edilen adetler idi... Bu güzellikler de inşallah milletimiz var oldukça yaşayacaktır. Yaşaması için aile büyüklerinin çok özen göstermesi lazım, ama... 

Tabi Bayramların çocuklar için çok özel anlamları vardı eskiden, şimdide öyle değil mi? Ve eskiden onlara özgü eğlence yerleri bile tertip edilirmiş... Acaba diyorum, bizim Belediyelerimiz de, çok özel ve değişik Bayram şenlikleri düzenleyemezler mi? Bayram süresince açık mekânlar, çocuk tiyatroları... Dini, ahlaki ve milli terbiyelerin de ihmal edilmediği neşeli, keyifli kültür programları... Çocukların da interaktif katılacakları organizasyonlar... Başkanlarımız düşünsünler bence bu noktayı...İyi bayramlar efendim, küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden, yaşıtların yanaklarından öperim. Neşeniz daim olsun.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum